Selin Gürel / Toronto – “Gülizar”, evlenmek üzere Türkiye’deki köyünden Kosova’ya giderken yolda saldırıya uğrayan genç bir kadının, yeni yuvasında bu saldırının izleriyle baş etme mücadelesini anlatıyor. Yönetmen Belkıs Bayrak ilk filminde kurban kadın ve öfkeli erkek gibi çok tanıdık olduğumuz temsilleri yıkıp apaçık görünenlerin değil, ilk bakışta görünmeyenlerin peşine düşüyor.
– Gülizar’ın hikâyesi çok tanıdık ama siz bu tanıdık hikâyeyi kadını kurbanlaştırmadan anlatıyorsunuz. Öfkeden köpüren erkek temsilleri yok. Bu değişim hamlesi sizin için ne ifade ediyor?
Karakterlerim için kafamda ortak bazı kelimeler var: Kırılganlık, naiflik… Bunların zorluklara direnme kabiliyeti oluşturduğunu ve bu kabiliyetin içinde yaşanabilir bir anlatı yarattığını düşünüyorum. Daha katı, eril ve kavgacı bir anlatının içinde kendimi yönetmen olarak hayal edemiyorum. Filme dönersek, biri tacize uğradığında, bir post-travma içindeyken, bunun fark edilebilir olmama ihtimali benim için çok önemli. Filmde düğün gibi toplumsal bir gerçeklik var. Bir zaman baskısı var. Ama karakterimizin gerçekliği bunun tersi bir yerde.
– Oyuncu seçimini yaparken önceliğiniz neydi?
Emre’yi bulmak için çok uğraştım, çünkü Emre farklı bir eş temsili. Oyuncuların tek bir sahneyi oynamalarını istedim. O sahne benim için turnusol kâğıdı oldu. Bekir Behrem’i Emre olarak gördüğümde gerçekten duygulandım. Gülizar’ı canlandıran Ecem Uzun mükemmel bir oyuncu ama buradaki oyunculuğu için de apayrı bir mesai harcadık. Gülizar’ın kurbana dönüşmemesi ve filmin ritminden çıkmaması için Ecem’le yeni bir yol bulmak zorundaydık ve bulduk da.
– Film, göstermekle değil de fark edilmekle, irdelenmekle ilgileniyor. Seyirci filmle ne tür bir ilişki kuracak sizce?
Filmin filmle kuracağı ilişki kavgalı da olabilir, kuvvetli de. Ama bir şekilde filmin seyirciyi rahat bırakmayacağını düşünüyorum. Bu hikâye şiddetin pornografisini yapan bir film olabilirdi ama öyle bir yere hiç girmiyorum. Seyirciye alan bırakmayı seviyorum ve ona çok güveniyorum.
– Bu film için size ilham olan yönetmenler var mı?
Sinemada aktüele yaslanmak yerine hikâyeyi farklı bir ritimle anlatan, iç basıncı öne çıkaran filmleri ve yönetmenleri seviyorum. Bu film için Lucrecia Martel’den özellikle “Başsız Kadın” ve Mia Hansen-Løve ilham kaynağı oldu.
Bekir Behrem: ‘Emre’nin içinde naif bir sevgi var’
– Karakteriniz Emre, erkek temsili tarafında bir değişimin bayrağını taşıyor. Senaryoyu ilk okuduğunuzda Emre’yi nasıl algıladınız?
Önce senaryoyu defalarca okudum, bütünü anlamaya çalıştım çünkü yönetmenimiz Belkıs Bayrak spesifik bir sahneyi görmek istiyordu. O sahnede başka oyuncular bağırıp çağıran, öfkeli erkeklere dönüşmüş ama ben karakteri hiç öyle algılamadım. Emre olaya eril bir taraftan bakmıyor, içinde naif bir sevgi var. Belkıs’ın aradığı da tam olarak buymuş.
– Gösterimde çekimlerin üzerinden iki yıl geçtiğini söylemiştiniz. Toronto seyircisiyle ilk kez izlerken neler hissettiniz?
Bir başkasının filmini izler gibi izledim. Çok da iyi bir film olduğunu düşündüm. Kendimi normalde keyifle izleyemem ama bu filmde kendime de dışarıdan bakabildim. Seyirci olarak da oyuncu olarak da bağımsız hikâyeleri daha çok seviyorum. Bugüne kadar 40-50 kısa filmde oynadım. O kadar çok oynayınca ana akımda pek gözünüz olmuyor. İster istemez bağımsıza düşkün hâle geliyorsunuz. Bu tercihler bugün beni Toronto’ya kadar getirdi.